p-1.jpg
büyük uçan canlılardı. Son derece hafif iskeletlere sahip bu canlıların çok ince çeperli, ortası boş kemiklerinin içi bir hava kesecikleri ağıyla doluydu. Pterosaurlar ataları olan sürüngenlerin pullarını atmışlardı ve kanat zarları son derece inceydi. Üç metrelik bir boyuna sahip bu canlıların, üç kişilik kanepe boyunda kafaları vardı. Kanatlar, süzülmek için
Pterosaur XXL
Pterosaurlar, eskiden Dünyamızın göklerinin hakimi olan dev kanatlı sürüngenlerdi. 1971 yılında Texas'ta bulunan bir pterosaur fosilinden, kanat açıklığının en az 11 metre olduğu hesaplanmıştı. Geçtiğimiz yıl Meksika'da bulunan bir ayak izini inceleyen paleontologlarsa, bunun en az 18 metre kanat açıklığına sahip bir pterosaura ait olduğu sonucunu çıkardılar. Bu kanat açıklığı, günümüzdeki jet savaş uçaklarının kanat açıklığından daha büyük! Portsmouth Üniversitesi'nden David Martill’e göre pterosaurlar, dünyada gelmiş geçmiş en
p-2.jpg
olmalarının yanı sıra, özel bir omuz eklemi bunlara büyük bir manevra yeteneği sağlıyordu. Martill, uçan devin havalanmak için zıplamak zorunda olduğunu düşünüyor. Nedeni, leğen kemiklerinin bir kurbağanınkini andırması.
Discover, Aralık 2005
p-3.jpg
Gerçek King Kong/antropoloji
Günümüzden 200.000 yıl önce soyu tükenmiş dev bir insansı maymun, geçtiğimiz yılın sonunda yeniden ortaya çıktı. Kendi yaşamını konu alan bir belgesel filmde ve Jurassic park filmindeki dinozorlar gibi mekanik bir model olarak! Belgeseli çeken Iowa Üniversitesi'nden (ABD) antropolog Russell Ciochon, hayvanın fosillerini 18 yıl süreyle incelemiş. Filmin yapılmasını sağlayan para da Hollywood'da yeni bir "King Kong" filmi çekilmesi üzerine genel ilgiden yararlanmak isteyen History Channel'dan gelmiş. Filmin adı da "Gerçek King Kong". Ciochon, "hepimiz (Hollywood fantezisi) dev gorilin şöhretinden yararlanıyoruz" diyor. Aslında Gerçek King Kong'un da sinema kahramanı primattan aşağı kalır yanı yok. Araştırmacılara göre günümüzden 2 milyon-300.000 yıl öncesindeki Pleistosen döneminde Güney Çin ve Kuzey Vietnam
p-4.jpg
ormanlarında gezinen ve mağaralarda yaşayan Gigantopithecus'un erkeğinin boyu 3 metreyi aşıyor, ağırlığı da yarım tona yaklaşıyormuş. Varlığı ilk kez 1935 yılında bir fosil koleksiyoncusuna Çin'de satılan bir "ejderha difli"yle ortaya çıkan Giganto'nun anatomisi, 10 ayrı mağarada bulunan 100 kadar diş ve 3 alt çene incelenerek belirlenmiş. Araştırmacılar günümüzde yaşayan insansı maymunları temel alarak kemik ölçülerine göre göre kafayı yapılandırmışlar ve kafa boyunun 6,5 katı bir vücut öngörerek Giganto'nun modelini çıkartmışlar.
Science, 9 Aralık 2005
Ocak 2006 9 BİLİM ve TEKNİK
p-5.jpg
Koreli Klonlama Yıldızının Çöküşü
Son yıllarda yaptığı klonlama çalışmalarıyla hızla dünya bilim gündeminin en üst sıraları-na tırmanan Koreli genetikçi Woo Suk Hwang, geçtiğimiz Aralık ayında daha büyük bir hızla saygınlık kaybına uğradı. Science dergisinde yayımlanan ve "hastaya özel" kök hücre soyları ürettiğini bildiren makalesinin dayandığı verilerde hile yapmakla suçlanan bilimci, Seul Ulusal Üniversitesi'ndeki göre-vinden istifa ettiğini açıkladı. Hwang, bunun-la birlikte "hata"ların istemsiz olduğunu ve araştırmanın sonuçlarının doğru olduğu ko-nusunda ısrarlı. Araştırmacı, Science dergisin-deki makalesinde kullandığı bazı hücre fotoğ-raflarının kopya olduğu yolunda Kore medya-sında çıkan haberlerden birkaç saat önce "ba-zı ciddi hatalar içerdiği" gerekçesiyle makale-nin geri çekilmesini istemiş, aynı ekipten ön-de gelen bir genetikçi de dergiye Hwang'i suçlayıcı ifadelerde bulunmuştu.
İnsanların deri rengi, siyahtan beyaza birçok ara ton da içererek değişiyor. Deri renginin te-mel belirleyicisi, melanin adlı pigment. Hücre-lerin içinde melanozom adlı organelin içinde bulunan bu pigment, deriyi morötesi ışınlara karşı koruyor. Ancak, bu deri renkleri yelpaze-sinin gerisinde yatan genetik mekanizma şim-diye kadar bilinmiyordu. Şimdiyse, Pennsylva-nia Eyalet Üniversitesi (ABD) Tıp Fakülte-si'nden genetikçi Keith Cheng yönetiminde uluslararası bir araştırmacılar ekibi, zebra balı-ğında bulunan bir pigmentasyon genini ve bu-nun, deri renginin belirlenmesinde önemli ro-lü olduğu düşünülen insan karşılığını bulduk-larını açıkladılar. Bu genin bir türünün, Avru-palılara açık renk derilerini sağlayan önemli bir doğal seçilim geçirmiş olabileceği düşünü-lüyor.
Araştırmacılar, Avrupalıların açık renkli derile-rinin bir yararlı seçilimin ürünü mü olduğu, yoksa modern Avrupalıların atalarının Afri-ka'dan daha az güneşli bölgelere göç etmeleri
sonucu koyu deri rengi için evrimsel seçilim baskısının yumuşaması sonucu mu olduğu ko-nusunda kesin bir yargıda bulunmuyorlar. Bu arada çalışmayı yürüten araştırmacıların görüş birliği içinde bulundukları bir başka nokta da Afrikalı ve Doğu Asyalıların en az %93'ünün aynı aleli (biri anne, bir de babadan gelen iki gen kopyasından biri) paylaşmalarına karşın, Doğu Asyalıların deri renklerinin de genellikle açık olduğu. Bunun anlamıysa, ki-misi daha önce bulunmuş başka bazı genlerin de deri renginin belirlenmesinde rol oynuyor olması. Yaklaşık 10 yıldır kanser genlerini be-lirlemek için zebra balığı modelleri üzerinde çalışan Cheng ve ekibinin dikkatini, bu balık-larda, normalde koyu olan çizgilerini altın ren-gine çeviren golden adlı bir mutasyon çekmiş. Ekip, değişim geçiren geni belirlemiş ve zebra balığına özgü türün gen diziliminin %69'unun, insan SLC24A5 geniyle aynı olduğunu sapta-mış.
Science, 16 Aralık 2005
p-6.jpg
p-7.jpg
Yarış
Atlarının
Atası
Olaylı makalesinde Hwang, bazı kadınlarca "bağışlanan" yumurtalarla, diyabetli ve belke-miği hasarlı hastaların bağışladığı deri hücre-lerinden 11 soy embriyonik kök hücre yarat-tığını açıklamıştı. Doğal süreçte döllenmiş yu-murtanın ilk birkaç bölünmesiyle ortaya çı-kan ve henüz bedenin farklı hücrelerine dö-nüşmemiş bu hücrelerin özelliği, her türlü hücreye dönüşme potansiyelini taşıması. Do-layısıyla bunları kontrollü biçimde beyin, kalp, karaciğer, kemik, kan hücreleri gibi özel işlevli hücrelere dönüştürmenin yollarını arayan bilimciler, bu araçlarla umarsız hasta-lıkları tedavi edebilmeyi umuyorlar. Hwang'in yaptığı, yumurta hücresinin çekirdeğini çıkar-tıp buna bir beden hücresinin (son örnekte deri) çekirdeğini (yani hem erkek, hem de di-şinin kalıtım şifrelerini içeren, dolayısıyla tek-nik açıdan "döllenmiş" çekirdeği) aşılamak, böylece hastanın bağışıklık sisteminin tepki göstermeyeceği kök hücreler, bunlardan da gene "hastaya özgü" işlevsel hücreler elde et-menin yolunu açmak.
Hwang, 2004 yılında ilk kez klonlanmış insan blastosistlerinden kök hücre soyları elde etti-ğini açıklayarak adını duyurmuş, geçtiğimiz yıl da ekibiyle birlikte ilk kez bir köpek klon-ladığını açıklamıştı.
Science, 23 Aralık 2005
İngiliz genetikçiler, İngiltere'nin 242 yıl önce doğmuş olan en ünlü yarış atının kalıntılarından DNA örnekleri elde ederek safkan İngiliz atlarının
ortaya çıkış ve gelişimini aydınlatmaya çalışıyorlar. 1764 yılındaki tam güneş tutulması sırasında doğduğu için Eclipse (tutulum) adı verilen at, adının tersine hiç tutulmamış ve şöhreti hiç gölgelenmemiş. Girdiği 18 derbi yarışının hepsini kazanmış olan Eclipse'in kalıtım şifresinin, İngiliz safkanların soyağacında karanlık kalan noktaların aydınlanmasına yardımcı olacağı umuluyor. Eclipse'in "dedesinin dedesi" olan Darley Arabian'ın, İngiltere'deki günümüz erkek safkanlarındaki Y kromozomlarının %95'inden sorumlu olduğu, Eclipse'inse, modern safkanların %80'inin soyağacında
yer aldığı belirlenmiş. Londra'daki Royal Veterinary College'dan genetik profesörü Matthew Binns, Eclipse'in geçmişini araştırırken aynı zamanda kalıtsal hastalıkların bir haritasını da çıkarmak çabasında. Dublin'deki (Kuzey İrlanda) University College'ın Hayvan Bilimleri Bölümü'nden Emmeline Hill ise safkan genomunda pozitif seçilim geçirmiş bölgeleri inceliyor. Araştırmacı, hız ve dayanıklılık için gereken genleri taşıyan bölgeleri ortaya çıkarmayı hedefliyor.
Discover, Aralık 2005
BİLİM ve TEKNİK 10 Ocak 2006
p-8.jpg
BİLİM VE TEKNOLOJİ HABERLERİ
p-9.jpg
Panik Olunca Büyük Küçük Fark Etmiyor
Kübalı araştırmacılar, karıncaların da panik-le kaçışan futbol seyircileri gibi mantık dışı davranabildiklerini gösterdiler. Paniğe kapıl-mış karıncalar da, paniğe kapılmış insanlar gibi sürüyü izliyorlar ve sürü de kötü karar-lar verebiliyor. Panikli koşuşturma, özellikle stadyumlar, gece kulüpleri ya da yanan bi-nalar gibi kapalı yerler söz konusu olduğun-da ölümcül sonuçlar doğurabiliyor. Havana Üniversitesi'nden Ernesto Altshuler, "Pani-ğe kapıldığınızda, mantıklı çözümleri unu-tur ve kalabalığın peşinden gidersiniz" di-yor. "Bu açıdan, panik davranışı, karınca davranışıyla benzerlikler gösteriyor". Altshu-ler ve arkadaşları, deney için karıncaları hal-ka biçimli bir odaya yerleştirdikten sonra, iki uca eşit genişlikte iki kapı açmışlar. Ka-rıncaların sakin oldukları sürece her iki ka-pıyı eşit biçimde kullandıkları görülmüş. An-cak, böcek kovucu ilaçla panik durumuna sokulan karıncalar kapılardan birine üşüşüp ötekini boş bırakmışlar. Altshuler, karıncala-rın, hele de insanların sürü davranışına gir-me nedenlerinin çok iyi bilinmediğini söylü-yor. Ancak, panik modundayken davranışla-rı, fizikteki itme ve sürtünme gibi parçacık etkileşimleriyle öngörülebiliyormuş.
Discover, Aralık 2005
Jurassic Park gerçek mi olacak? Genetikçi-lerin elde ettiği yeni bir başarı, bunun en azından gerçekleşmesi olanaksız bir hayal olmaktan çıkacağını gösteriyor. Fosil, daha doğru bir deyişle eski DNA, soyu tükenmiş hayvan, bitki ve hatta insanlara ulaşmanın bir yolu olarak görüldü. Ancak, patates ka-lıntılarından, mağaralarda yaşamış ayılar-dan, hatta Neandertal insan fosillerinden küçük DNA parçalarının diziliminin çıkarıl-mış olmasına karşın, örneklerin büyük ço-ğunluğu işe yaramayacak kadar hasarlı ya da sonradan bulaşmış yabancı organik mad-delerce kirletilmişti.
Geçtiğimiz yıl sonunda Science ve Nature dergilerinde çıkan iki bilimsel makaleyse, paleontoloji dünyasına bomba gibi düşmüş bulunuyor. Makalelerde, Sibirya'da bulun-muş 27.000 yıllık mamut kalıntılarından, bol miktarda ve sağlam olmak üzere, hem çekirdek DNA'sı, hem de mitokondriyal DNA elde edildiği açıklandı. Mamut doku örneklerinden çekirdek DNA'sı elde edilmesine olanak sağlayan, yepyeni bir DNA dizim tekniği. Kanada'da-ki McMaster Üniversitesi'nden moleküler evrim biyologu Hendrik Poinar, sürekli don
altında bulunan Sibirya topraklarından çı-kartılan ve buzla dolu bir mağarada sakla-nan tüylü mamut fosillerinden kemik ör-nekleri almış. Laboratuvarına getirdiği ör-neklerde, özellikle de bir çene kemiğinde şaşırtıcı miktarlarda sağlam DNA bulundu-ğunu gözlemiş ve bunları genom dizilimi için yeni bir aygıt geliştirmiş olan Stanford Üniversitesi'ne göndermiş. Dizilimin hızla ve çok miktarda çıkartılması için geliştirilen teknik, DNA örneklerini büyütmek ve dizi-limlerini yapmadan önce bunları çoğaltmak üzere bakterilere aşılamak gereğini ortadan kaldırıyor. Bunun yerine araştırmacılar DNA'yı çok küçük parçalara ayırıp bunların her birini çok küçük bir boncuk parçasına yapıştırıp bunu da bir lipid (yağ) baloncuğu içine yerleştiriyorlar. Burada DNA, dizilen-mek üzere çok sayıda kopyalanıyor. Kopya-lama işlemi sırasında, her DNA parçacığı yalıtılmış olduğundan bakteri ya da insan-lardan bulaşmış çok miktarda "kirletici" DNA'nın hatalı sonuçlara yol açması önlen-miş oluyor.
Çıkartılması ve dizilimi son derece zor olan eski DNA, yeni yöntemle olağanüstü kolay çoğaltılıp dizilenmiş. Poinar "biz 10.000 mamut baz çiftine razıyken, 28 milyon baz çifti elde ettik ki, bunun 13 milyonu mamu-ta aitti", diyor. Dizilerin ön incelemesi, ör-neklerin dişi bir mamuta ait olduğunu ve DNA'sının %98,55'inin günümüz Afrika fil-leriyle aynı olduğunu ortaya koymuş. Poi-nar'ın ekibi örneklerde ayrıca bakteri, man-tar, virüs, toprak mikroorganizmaları ve bitkilere ait dizilimler de bulmuşlar. Bunla-rın incelenmesi, mamutların doğal ortamı-nın daha iyi anlaşılmasını sağlayacak. Buna karşılık mamutun mitokondrial DNA örneklerini dizileyen eski DNA uzmanı Svante Pääbo (Max Planck Evrimsel Antro-poloji Enstitüsü Leipzig, Almanya) ve ekibi-ne göre, bulunan 17.000 baz çifti, mamu-tun en yakın akrabalarının Asya filleri oldu-ğunu gösteriyor.
Science, 23 Aralık 2005
p-10.jpg
p-11.jpg
Şempanzelerin, örneğin termit yakalamak, ya da sert kabuklu yiyeceklerin içini çıkar-mak için dal parçaları, taş gibi alet kullan-dıkları uzun süredir biliniyor. Ancak, Kon-go'da biyologlar yabanyaşamda ilk kez go-rillerin de basit aletler kullandıklarını belir-lediler. İzlenen gorillerin dal parçalarıyla köprü kurdukları, suyun derinliğini ölçtük-leri ve sopalarlara dengelerini sağladıkları açıklandı.
Discover, Aralık 2005
Ocak 2006 11 BİLİM ve TEKNİK
BİLİM VE TEKNOLOJİ HABERLERİ
Psikoloji
psikolog Nilli Lavie, paryetal korteks denen beyin bölgesinin kulağımızın arkasında yer alan "değişim körlüğü" denen olgudan sorumlu olduğunu gösterdi. Bu olgu, insanların dikkati dağıldığında kolayca görülebilecek bir değişikliği farkedememeleri biçiminde ortaya çıkıyor. Klasik örnek, yüz testi. Bir deneğe bilgisayar ekranı üzerinde iki ayrı yüz kısa bir aralıkla gösteriliyor. Normal koflullarda denek, farkı hemen belirliyor. Ancak, dikkati bir başka görevle, örneğin bir sayma işlemiyle ya da ekranda ani bir parlamayla dağıldığında, çoğu kez yüzleri ayırt edemiyor. Yeni bazı işlevsel görüntüleme deneylerinin paryetel korteksle görsel bilinç arasında bir ilişkiyi ortaya koyduğunu öğrenen Lavie, varsayımını sınamak için bir grup deneğin paryetel korteks bölgesine manyetik alan uygulamış. Alan, uygulandığı bölgedeki sinir bağlantılarını sekteye uğratıyor. Nitekim sargıya elektrik verilip yerel etkili manyetik alan oluşturulduğunda denekler, ekrandaki yüzün değiştiğini farkedememişler. Bulgu, "sihir, sihirbazın parmaklarında değil, izleyicinin kafasında gerçekleşir" görüşünü doğruluyor.
p-12.jpg
Bir sihirbaz olanaksız bir şeyi gerçekleştirip ağızlarımızı açık bıraktığında, başarısını el çabukluğuna bağlarız. Ama bir İngiliz araştırmacıya
göre aldatmacının suçlusu sihirbazın elleri değil, kendi beynimiz; daha doğrusu beynimizin küçük bir bölümü. Londra'daki University College'dan
Discover, Aralık 2005
p-13.jpg
Gelişmiş ülkelerde şişmanlığın giderek yaygınlaşması, doktor ve hemşirelerle hastalar arasına aşılması güç bir engel koyuyor: Yağ. İrlanda'da yapılan ve sonuçları geçtiğimiz ay Kuzey Amerika Radyoloji Derneği'nin yıllık toplantısında açıklanan bir araştırma, standart iğnelerin artık kalçadan kas içine ilaç vermek için kısa kaldığını göstermiş. 50 hasta üzerinde yürütülen araştırma, kadın deneklerin hepsi dahil olmak üzere grubun üçte ikisinde ilaçların yağlı doku içinde takılıp kaldığını ortaya koymuş.
Science, 9 aralık 2005
Psikologlar, açık saçık resimlerin gerçekten de körlük yaptığını belirlediler. Neyse ki, saniyenin küçük bir kesiri süresince. Yale ve Vanderbilt Üniversiteleri'nden araştırmacılar, deneklerin erotik ya da kanlı bir görüntüyü izledikten sonra saniyenin beşte biri kadar bir süre boyunca görsel verileri işlemekte güçlük çektiklerini saptadılar. Araştırmacılara göre "duygu tetikli körlük" , bir kazaya tanık olan ya da tahrik edici bir afiş gören sürücüleri etkileyebilir.
Popular Mechanics, Kasım 2005
BİLİM ve TEKNİK 12 Ocak 2006
p-14.jpg
p-15.jpg
BİLİM VE TEKNOLOJİ HABERLERİ
Academia Sinica'nın Yer Bilimleri Enstitüsü'nden sismoloji uzmanı Cheng-Horng Lin, nedenlerine bir göz atmak istemiş.
Depremlerin, yapının 10 kilometre altında, daha önce hissedilemeyecek kadar küçük depremler ürettiği için varlığı belirlenememiş bir fay üzerinde meydana geldiği görülmüş. Ve binanın ağırlığının da, fayın tam olarak 2004'teki gibi kaymasına yol açacak biçimde etki yaptığı belirlenmiş. Lin, Geophysical Research Letters adlı derginin 30 Kasım sayısında yayımlanan araştırmasında depremi bu megayapının tetiklemesinin güçlü bir olasılık olduğunu belirtiyor. Nükleer patlamalar ya da baraj gölleri gibi insan kaynaklı etmenlerin deprem tetiklediği biliniyor, ancak bir binaya ilk kez yöneltilen suçlama, başka bazı deprembilimcilere fazla inandırıcı gelmiyor. ABD Yerbilim Araştırmaları Kurumu'ndan (USGS) sismolog Ross Stein, gökdelenin, bir kadın ayakkabısının yüksek topuğunun biraz daha büyük ölçekteki biçimi olduğunu söylüyor. Araştırmacıya göre binanın hemen altındaki gerilimler oldukça yüksek olabilir. Ancak bu stresler daha derine indikçe hızla sönümleniyor; çünkü binanın profili son derece dar.
Science, 16 Aralık 2005
seğe başlamadan önce varılan noktada çev-reyi incelemek istemişler ve fayın, oldukça zayıf olduğu bulgusuna ulaşmışlar. Bunun için önce delik içinden ses dalgaları gönde-rerek fay kıyısındaki kayaların strese karşı tepkisini ölçmüşler. Stresin kayalar içindeki yayılış örüntüsü, zayıf, yani hafif bir stresle bile kayan faylar için geliştirilen modellere uyuyor. Araştırmacılar ayrıca fayın ısı üret-
Değerli taşlar denince akla gelen, genellikle Güney yarıküre. Örnek: Güney Afrika'daki elmas madenleri, Myanmar'ın yakutları Güney Amerika'nın zümrütleri vb. Oysa yerbilimciler Kuzey Amerika'nın en kuzey bölgelerinin de elmas, safir, zümrüt ve yakut gibi değerli taş yatağı olduğunu uzun süredir söylüyorlardı. Ancak bunların ticari olarak aranmasına, ancak yeni yeni başlanmış bulunuyor. Nedeni basit: Küresel ısınmanın, Kanada'nın kutup dairesi içinde kalan bölgelerindeki kar örtüsünü kaldırmaya başlaması. Aslında Kanada dünya elmas piyasasında varlığını göstermeye başlamış bile. True North Gems adlı şirket, ayrıca Yukon bölgesinde zümrüt toplamaya başlamış. Kuzeyin yerli halklarından İnuitler de Baffin adasında safir yatakları bulmuşlar. Ama True North Gems şirketinin sahibi Andrew Lee Smith'e bakılacak olursa, asıl hazine Grönland adasında. Smith "Grönland'da yakutlar yüzeye adeta saçılmış" diyor. "Neredeyse her adım attığınızda beş-altı yakutun üzerine basıyorsunuz!"
Discover, Aralık 2005
mediğini de belirlemişler. Bu da zayıf bir fa-yın göstergesi. Yüksek sürtünme katsayıları nedeniyle güçlü faylar, kaydıkları zaman bü-yük miktarda ısı üretirler. San Andreas fayının zayıflığı konusunda işa-retler çoğalsa da nedenleri, belirsizliğini ko-ruyor. Birçok jeofizikçi basınç altındaki sıvı-ların, örneğin, fay zonunda hapsolmuş tuzlu suyun, fayın karşılıklı yüzeylerini birbirinden ayırarak, kayma için normalde gereken stre-
Deprem Üreten Bina
Tayvan'da meydana gelen bazı depremlerin sanığı bulundu: Dünyanın en yüksek binası olma özelliğini taşıyan 101 katlı "Taipei 101" adlı gökdelen. 2003 yılında başkent Taipei'de yapımı tamamlanan gökdelen, 509 metre uzunluğunda. Kulenin 705.132 tonluk çelik ve beton yapısının, altındaki zemin üzerine hatırı sayılır bir baskı uyguladığı açık. Bu nedenle, 2004 yılı sonlarında ve 2005 yılı başlarında binanın tam altında 3,8 ve 3,2 büyüklüğünde iki deprem meydana geldiğinde Taipei'deki
San Andreas Fayı Zayıfmış
ABD'nin batısında büyük depremler üreten ünlü San Andreas fayı içine bir delik aç-makta olan deprembilimciler, fayın görece "zayıf" olduğunu belirlemekle birlikte nede-nini saptayamadılar. Depremlerin nasıl baş-ladığını ve sönümlendiğini belirlemek için
p-16.jpg
yerbilimciler, San Andreas fayının tam orta-sından geçecek bir delik üzerinde yaptıkları çalışmaları ilerletmiş ve üç kilometre derin-liğe ulaşmış bulunuyorlar. Hedef, "Derinde-ki San Andreas Fayı Gözlemevi"ni (San Andreas Fault Observatory at Depth-SAFOD) kurmak. Delme işlemi-ne fayın batısından başlayan araştırma-cılar, üç kilometreden sonra deliğin yönünü, fayın merkezinde bulunan ve her iki yılda bir 2 büyüklüğünde depremlerle kırılan 100 metrelik bir bölümün hemen yanından geçecek şekilde doğuya çevirecekler. Araştır-macılar daha sonra deliği genişlete-cekler ve içinden, biri söz konusu bölüme olmak üzere çeflitli yönlere kısa tüneller açacaklar. Ancak deprembilimciler delikte dir-
sin azalmasına yol açtığı, yani daha düşük stresleri de deprem üretebilir duruma getirdi-ği düşüncesindeler. Ancak, delme işlemini yürüten araştırmacılar, böyle bir aşırı ba-sınç yüklenmesine rastlamamışlar. Normal basınçta zayıf bir fayın nasıl dep-rem ürettiği bilmecesinin yanıtının 2007 yılında, araştırmacılar yan tünellerle küçük depremlerle kayan fay parçası-na ulaştıklarında ortaya çıkması bek-leniyor. Bu yanıt, belki büyük dep-remlerin oluşum mekanizmasına da ışık tutacak. Yine de araştırmacılar, küçük bir "deprem makinesi"nin içi-nin, dışarıdan bakmaktan çok daha fazla bilgi sağladığının kesin olduğu-nu vurguluyorlar.
Science, 23 Aralık 2005
Ocak 2006 13 BİLİM ve TEKNİK