KARAR V ERME K
YÜREK İSTER...
"Olmak ya da olmamak..." Günlük yaşamımızda yanıtını vermek zorunda olduğumuz sorular, neyse ki Hamlet'inki kadar güç ve derin türden değil. Arada başımızı ellerimizin arasına alıp uzun uzun düşünsek de, kararlarımızın çoğunun farkında bile değiliz. Raftan bir kitap almak, kediye süt vermek, teslim günü sinsi sinsi yaklaşan bir dergi yazısına artık nihayet başlamak üzere masa başına oturmak, ya da kalan geceleri de hesaba katıp "nasılsa yetiştiririm" aldat-macasıyla sinemaya gitmek... Kararlarımızın kimi "doğru" kimi "yanlış". Kimi yalnızca bizim için "doğru", kimi yalnızca bizim için "yanlış". Kimi akılcı, kimi değil. Ama öyle ya da böyle, en akılcı ve duygusal etkilenimlerden uzak görünen düşünce ve kararların bile, çok eskilerden kalan beyinsel ve zihinsel bir geleneğin etkisiyle, ancak duyguların girdileriyle oluşturulabildiği-ni söylüyor araştırmacılar. Ve bu girdiler olmadan, basit ya da karmaşık herhangi bir karara varmanın en iyi olasılıkla çok güç olduğunu. Duygular, akılcı karar verme sürecine ters düşme­dikleri gibi, sürece hem hız, hem verimlilik bakımından katkıda bulunan bir işleyiş sağlıyorlar.
BİLİ M vcTEKN İ K 62 Şubat 2005
"Şu buğday tarlalarını görüyor mu­sun? Ben ekmek yemem. Buğday be­nim hiçbir işime yaramaz. Buğday tar­lalarının da hiçbir anlamı yoktur be­nim için. Bu da çok üzücü. Ama senin saçların altın sarısı. Beni evcilleştirdi-ğini bir düşün! Buğday da altın sarısı. Buğday bana hep seni hatırlatacak. Ve ben, buğday tarlalarında esen rüzgarın sesini de seveceğim..." Yazımıza, Fran­sız yazar Saint-Exupe'ry'nin unutulmaz klasiği Küçük Prens'in bu unutulmaz bölümüyle başlamamızın amacı, süslü bir giriş yapmak değil. Küçük Prens'i tanıyanların yüreklerini ister istemez kıpırdatacak olan bu sade cümlelerin içeriği, böylesine bir güzellikle olmasa da, bilimadamlarınca da dile getirilmiş:
"Tüm duygularınızdan aniden sıyrı-lıverdiğinizi farzedin -tabii mümkünse-ve dünyayı şimdi umutlarınızla, kaygı­larınızla, sevdiklerinizle, sevmedikleri­nizle değil; olduğu gibi, hiçbir kişisel değerlendirmeniz olmaksızın hayal edin. Böyle bir ölümcül dünyayı hayal etmek neredeyse olanaksız. Düşünün, evrenin hiç bir köşesinin sizin için bir diğerinden farkı yok. İçinde geçen tüm olaylar, içinde yer alan tüm nesnelerin artık birbirine herhangi bir üstünlüğü, tercih edilebilirliği, özelliği, ifade biçi­mi yok. Bakış açısı diye birşey de yok... Her birimizin kendi dünyamıza atfetti­ği değer, ilgi ya da anlam, zihinlerimi­zin ona yüklediklerinden ibaret." Bu sözler de, felsefe, fizyoloji ve psikoloji alanlarındaki çalışmalarıyla tanınmış ve duygulan fizyolojik işlevlerle ilişki-lendiren ilk kuramları ortaya atmış William James'e (1842-1910) ait. Duy­guların, otonom sinir sisteminin ortaya çıkardığı fizyolojik mekanizmaların so­nucu olduklarını ileri sürdüğü görüşü artık geçerli sayılmasa da, yukarıdaki sözleri, bilimsel anlamıyla "duygu" (emotion) kavramının, "duygula­nımlardan fazlasını içerdiğinin ipuçla­rını veriyor.
"Duygu" nedir? Yalnızca sevgiliden ayrılmakla duyulan üzüntü, film seyre­derken dökülen gözyaşlarının kaynağı ya da bir kediyi severken hissettikleri­miz mi? Geleneksel anlamıyla gündelik yaşamda pek bir kavram kargaşası ya-ratmasa da, bilimsel olarak duygunun tanımlanması zor. Nedeni de birden fazla yönü olması: Bilinçli farkındalığı da beraberinde getiren kişiye özel, iç­sel duygular (üzüntü, sevinç gibi), göz-
sel koşullarına tepki vermekle kalma­yarak, gelecekteki olası koşullar için de modeller üretebilme becerisine sa­hip olması. Bu da kaçınılmaz olarak, seçimini daha fazla sayıda olasılık üze­rinden yapmak zorunda kalması de­mek. Duyguların devreye girdiği nok­ta, tam da burası.
Duyguların İşlenişi
Duygusal mekanizmalarla ilgili ola­rak çok önemli işlevler üstlenen "lim-bik sistem"! oluşturan beyin yapıları 250 milyon yıl kadar önce, memelile­rin ilk dönemlerinde ortaya çıkmış. Bu, sistemi oldukça eski ve 'ilkel' kılı­yor. Limbik sistem yapıları içinde, duyguların oluşturulma ve işlenmesi­ne ilişkin en merkezi rolü üstleneni "amigdala"; beynin temporal (şakak) lobunun içinde yer alan badem biçi­minde bir cisimcik. Amigdalanın işle­vi, şimdilik anlayabildiğimiz kadarıyla, çevresel uyaranlara duygusal birer damga basmak. Yeni bir uyarana iliş­kin bilgi, beyin korteksinin duyu mer­kezlerinden, amigdala ve yakın komşu­su hipokampus'a ulaşır. Hipokam-pus'un işlevi genel olarak bellekle ilgi­li ve iki yapı, birbirleriyle sürekli ileti­şim halindeler. (Bu iletişim, kimi du­rumlarda çok önemli olabiliyor. Sözge­limi, yakınımızdaki bir kaplanın görün­tüsü bizi fazlaca ürkütürken, onu ka­feste görmek kılımızı kıpırdatmaz. Bu 'duruma bağlı' bilginin, hipokampus tarafından sağlandığı düşünülüyor.) Duyu merkezlerinden ve hipokam-pus'tan gerekli bilgiyi alan amigdala, onu hızlı bir değerlendirmeye tabi tu­tarak, beynin ilgili bölgelerine, uyara­nın niteliğiyle ilgili geribildirim yapar: Uyaran, herhangi bir tehlikeyi mi tem­sil ediyor, yoksa canlı için bir avantaj mı vaadediyor? Sonuçta amigdala, be­lirli bir uyaranı, beraberinde getirebile­ceği olumlu ya da olumsuz duygularla ilişkilendirme ayrıcalığına sahip. İyi de canlı için neyin iyi, neyin kötü olduğu­nu nereden biliyor?
Limbik sistemin uyaranlara verdiği tepkilerin önemli bir bölümü, araştır­macılara göre kalıtsal. Buna göre, ön­ceden programlanmış davranış örüntü-leri sinirsel devrelerce belirlenip, devre bağlantıları da sinir sisteminin gelişimi sırasında kuruluyor. Bu davranış örün-tüleri, sonuçta "doğuştan" var sayılı-
Beyin, zihinsel işlevler ve sinirsel süreçler
konusundaki kapsamlı araştırmalarıyla tanınan
Antonio Damasio.
lenebiler davranışlar (yüz ifadeleri, be­den dili gibi) ve fizyolojik tepkiler (ter­leme, yüz kızarması gibi). Duygular, akılcı düşüncenin tersine istemli ola­rak oluşmuyor, kişinin bilinci dışında da varolabiliyorlar. Başlattıkları fizyo­lojik tepkilerse (kalp atımının hızlan­ması gibi) yine bilincin dışında gerçek­leşebiliyor. Nörobiyolojik açıdan bakıl­dığında da duygular evrimsel olarak daha eski, bilinçli ve akılcı düşünceyse daha yeni beyinsel tepki mekanizmala­rının ürünleri.
Karar verme işleyişine gelince... Bir­birinden farklı davranış biçimleri sergi-leyebilen her canlı, en azından yaşamı­nı sürdürmek için bilinçli ya da bilinç­siz, karşısına çıkan olasılıklar arasın­dan seçim yapmak zorunda. Canlının karmaşıklığı arttıkça, yani evrimsel öl­çeğin daha üst seviyelerine ulaştıkça, karar verme süreci de karmaşıklaşıp güçleşir. İki nedenle: Birincisi, daha gelişmiş bir beynin, yaşama şansını ar­tıracak bir özelliğe; çevresel farklılıkla­rı daha büyük kesinlikle algılama bece­risine sahip olması. İkincisiyse, bu bey­ne sahip canlının, daha fazla sayıda ve daha gelişmiş davranış seçenekleriyle karşı karşıya olması. Asıl önemli nok­ta, evrimsel olarak daha yeni ve geliş­miş bir beynin, yalnızca o anın çevre-
Şubat 2005 63 BİLİMveTEKNİK
hızla gelen bir tekne, araba kullanır­ken birden önünüze çıkan bir yaya... Sinir sisteminin 'hazırlıklılığı', bu tür durumlarda çok daha hayati önem ta­şıyor.) Başta amigdala olmak üzere, limbik sistemin önayak olduğu tüm bu tepkiler, "duygusal ifade" dediğimiz ol­gunun önemli bir bölümünü oluşturu­yor. Bunların bir kısmı, başkaları tara­fından algılanabilse de, canlıdan dışarı­ya yansımayan ve göze görünmeyen bir diğer tepkiler bütünü de var. Bilin­cin kapısı, bunların bir bölümüne açık­ken, sürecin tümünün canlı tarafından farkedilmemesi de olası.
Hissetmek
Buraya kadar olan biten herşey, ge­nel olarak duygusal "değerlendirme" ve "ifade" ile ilgili. Kadın köpeği gör­dü, köpek bir değerlendirmeden geçti, değerlendirme sonucuna göre de kadı­nın vücudu içinde bir tepkiler bütünü oluşturuldu; kimi bilinçli, kimi bilinç­siz, kimi yarıbilinçli. Ama bu kadın bir-şey de "hissetti". Duygulanımları, ya da hisleri gündelik anlamıyla tanımla­mak ne kadar zorsa, bilimsel olarak haritalamak ya da sinirsel süreçleri iz­lemek de o kadar zor. Yine birkaç var­sayım, birkaç açıklama... İşte, içlerinde Damasio'nun da olduğu bazı araştır­macılardan gelen bir tanesi. Ve en ge­nel, kaba hatlarıyla: Belki çok 'anlam­lı', belki de çok önemsiz bir uyarıcı; bir köpek. Beyin korteksi tarafından algı­landı; bilgi limbik sisteme iletildi; hipo-kampusun yardımıyla, amigdala tara­fından değerlendirmeye alındı; değer­lendirme sonucu, gerekli emirleri ver­mesi üzere yeniden kortekse iletildi; korteks gerekli mekanizmaları hareke­te geçirdi ve vücutta çeşitli davranış­sal, sinirsel, hormonal tepkiler oluştu. Beyin korteksi, komutu vermekle kal­mayıp, verdiği komutun sonuçlarını da bilmek istedi. Sonuçta, gerçekleşen bü­tün değişikliklerle ilgili bilgiler, beyne duyu yollarıyla geri döndü ve beyin, kendi başlattığı bu mekanizmanın so­nuçlarından haberdar oldu.
Beyne giden bu bilgi akımı, sürekli. Çünkü uyaranlar da sürekli. Çoğunlu­ğu belki de bilinçli bir şekilde algılan­mayan bu bilgi, bizim için yine de fon­da her zaman var. Bütün zihinsel ya­şantımızın önünde oynandığı, ama uyarıların sürekliliğiyle değişen duygu-
Limbik Sistem
İlk olarak memelilerde ortaya çıktığı düşünülen bu sistem, evrimsel açıdan beyin korteksinden çok daha eski.
Yaşamın sürdürülmesi için gerekli birçok içsel güdünün yanısıra, duyguların da bu yapılar içinde ve arasında
oluşturulduğu düşünülüyor. Duyguların işlenmesiyle ilgili temel limbik yapılar!:
Amigdala - Başta korku olmak üzere, duyguların denetiminden sorumlu.
Hipokampus - Uzun dönemli belleğin oluşturulup gereğinde yeniden ortaya çıkarılmasını sağlıyor. 'Kayda
değer' duyusal bilgiyi belirliyor.
Hipotalamus - Vücut sıcaklığı, açlık-tokluk gibi birçok metabolik süreci, otonom sinir sisteminin işleyişini
düzenleyen bir çekirdekler grubu.
Talamus - Gelen duyusal uyarıların, ilgili üst korteks merkezlerine iletilmeden önce toplandığı, bir duyusal
iletim istasyonu.
yorlar. Avın avcıya verdiği tepkiler, cin­sel tepkiler gibi. Beyin, zihin ve beden arasındaki karmaşık ilişkiler üzerine yaptığı geniş kapsamlı araştırmalarıyla dünya çapında tanınan, Iowa Üniversi-tesi'nden Antonio Damasio, bunlara "birincil duygular" adını vermiş. "İkin­cil duygular" da, canlının yaşamı süre­since deneyimleriyle edindiği kişisel-leştirilmiş duygulan içeriyor. Yani, ön­celeri duyarsız olduğunuz bir uyarana, deneyimlerinizin sonucu olarak zaman içinde duygusal bir nitelik atfetmiş olu­yorsunuz. Bunu, karşı karşıya geldiği­niz durumlar, olaylar ve nesnelerle bi­rincil duygularınız arasında bağlantı­lar kurarak yapıyorsunuz. Sonuçta, be­lirli bir anda karşınıza çıkan bir uya­ran ya da uyaranlar grubu, sizin için belli oranda duygusal bir yük taşır olu­yor. Bilincinde olsanız da, olmasanız da. Bir süredir evinize yakın bir yerler­de gördüğünüz bir sokak köpeği, gü­nün birinde karşınıza dikilip gözünü­zün içine baktıktan sonra, geçmiş ol­sun! O artık sizin için aynı köpek de­ğil. Çünkü amigdalanız ona, bir daha beyninizden silinmeyecek bir damga bastı ve hipokampusa da bir rapor yol­ladı: "Bu deneyimi sakla, bu kadın bu
BİLİM ve TEKNİK 64 Şubat 2005
köpeği her gördüğünde de bana geri yolla. Her seferinde kortekse bildirme­ne gerek yok, zaman kaybı. Ben onu gerektiğinde haberdar ederim, sen ba­na bırak. Kadın, köpeği her gördüğün­de ağız köşeleri yukarı kalkacak, eğilip onu okşayacak, kalp atımı değişecek, bütün sinir sistemi, onu eve almak için kocasıyla girişeceği mücadeleye hazır hale gelecek!"
Sonuçta, bu tuhaf küçük bademsi yapının tek yaptığı, makamına kurulup duyu korteksinden gelen her bilgiyi duygusal yönden değerlendirip, bir "iyi" ya da "kötü" damgası basmak de­ğil. Korteksin ilgili bölümlerine geribil­dirim yaparak, davranışsal (gülümse-mek, köpeği okşamak) ve otonomik, yani istemsiz (kalp atımının hızlanma­sı, gözbebeklerinin büyümesi) tepkile­ri, hormonal değişiklikleri düzenliyor ve sinir sisteminin tümünü, canlıyı (ka­dını) yaşanması olası bir durumla (ko­casıyla yaşayacağı kaçınılmaz sürtüş­me) başedebileceği, hazır bir hale geti­riyor. (Tabii bütün yaşantı ve deneyim­lerimiz, gözünüzün içine baktıktan sonra okşadığınız bir köpekle aramız­da geçenler kadar masumane ve zarar­sız değil. Denizde yüzerken üzerinize
sal durumun etkisiyle, kendisi de sü­rekli değişen bir sahne gibi. Sahneye özel bir dikkat vermiyoruz, ama o her zaman, bütün değişkenliğiyle de olsa var. Ve beyin, yalnızca tahtındaki bir gözlemci konumunda değil. Kendisi de, duygusal değişimlere tepki olarak salınan hormonlarla sürekli bombardı­man altında. İşte duygusal "dene-yim"lerimizin perde arkasına genel bir bakış. Bir köpeğin görüntüsünün gör­me korteksince algılanmasıyla başla­yan mekanizma, bu fonda yeni bir dal­galanma yarattı, manzarayı az ya da çok değiştirdi. Damasio'nun "duygula­nım" dediği şey de, duygusal fondaki bu dalgalanma.
Yeni, Eskiye Eklenince
Evrimsel bakımdan ilkel canlılarda-ki davranış çeşitliliğinin azlığına bakı­lırsa, yukarıda da sözettiğimiz gibi, bunların karşıkarşıya bulundukları se­çim sayısının çok da fazla olmadığı or­tada. Vermeleri gereken davranışsal kararlar, daha çok genetik olarak programlanmış mekanizmalarla çözü­me kavuşuyor. Üst basamaklara çıktık­ça, bu doğuştan mekanizmalara bazı katılımlar olduğunu görüyoruz. Algı­lama kapasitesi artmış bir beyin, öğ­renme yetisini de, kendi davranışları­nın sonuçlarını kaydetme yetisini de kazanıyor. Bu, zaman çizgisinin her iki yönüne de uzanmak demek: Daha önce gerçekleşenlerle ilgili bilgiyi de­polarken, ileriye yönelik modeller de kurabilmek. İleriye yönelik bu üst-dü-zey planlamayı gerçekleştiren beyin bölgesi, akılcı düşünme yetileriyle ün­lü frontal lobların (alın lobları) ön böl­geleri (prefrontal korteks). İşin ilginci, bu üst-düzey işlevlerin, evrimsel ola­rak ta başlardan beri çok az değişik­likle süregelmiş daha 'ilkel' sistemler­le bütünleşerek, birlikte çalışması. Duygular ölçeğinde, amigdala ve diğer limbik yapılar, memelilerin başlangıç dönemlerinden beri üstlendikleri rol­lere sadıklar. Uyarılara değer biçmek ve değerlendirme sonuçlarına uygun tepkileri tetiklemek hâlâ onların göre­vi. Ancak şimdi arada bir fark var. Amigdala, artık bir sonuca varmak için çok daha fazla veritabanından ya­rarlanmak, özellikle de frontal loblar-da gerçekleşen karmaşık işlemleri de hesaba katmak durumunda.
Beyin Korteksi
Talamus
Hipokampus
Amigdala
Uyarı
Merkezi Sinir Sistemi'nde Değişiklikler
Hormona! Tepkiler
Davranışsal Tepkiler
Otonomik Tepkiler
Duygulara bağlı olarak ortaya çıkan tepkilerde rol alan beyin yapıları ve birbirleriyle bağlantıları.
Akılcı Düşünceye Destek
Damasio'nun, karar verme sürecine ilişkin ünlü bir varsayımı var. Varsayım, te­mel olarak evrimsel bakımdan 'yeni' olan frontal lob yapılarıyla, çok daha 'ilkel' olan amigdala ve limbik yapılar arasındaki işbirliğine dayanıyor. Buna göre günlük yaşamda verdiğimiz kararların birçoğun­da yalnızca akılcı düşünme, herşey bir ya­na, çok fazla zaman alacak bir süreç olur­du. Verilecek tek bir sıradan karar için bi­le, yığınla olasılık, tüm olasılıkların tek tek gözden geçirilmesi, sonuçların tahmini, kâr zarar hesaplan, karşılaştırmalar ve ni­hayet bir sonuç! Ancak Damasio, varsayı­mının akılcı düşünceyi hiç bir şekilde dış­lamadığım da vurguluyor. Asıl mesele, ka­rar verme sırasında akılcı düşüncenin, duygusal süreçlerle çok kuvvetli bir şekil­de destekleniyor olması.
Yukarıda bahsi geçen kadın, köpeği eve alacak mı? Buna yalnızca akılcı dü­şünceyle nasıl karar verecek? "Her gün yürütebilir miyim? Ya hasta olursam kim dışarı çıkaracak? Şehir dışına çıktığım­da? Kocam ne diyecek? Ya burada bıra­kırsam? Ya belediye zehirlerse?..." vs. vs. Bu ve bunun gibi yığınla soruyla başa nasıl çıkılacak? Hepsine yanıt bulunacak mı? Bulunursa bunlar nasıl birbirleriy­le eşleştirilip biraraya getirilecek? Birden bir çağrışım... Sokakta taşlanan sıska bir köpeğin gö­rüntüsü. Sonra vurulup ara­baya sürüklenen bir başkası­nın... Ve karar veriliyor! (O köpeğin adı, şimdi İrma!)
Amigdala imdada yetişti, hipokampus-tan aldığı görüntüleri, yaşantıları, de­neyimleri değerlendirdi ve hemen prefrontal korteksin hizmetine sundu. Süreci biraz daha açarsak: Farklı 'dav­ranış' olasılıklarıyla karşı karşıya ka­lan prefrontal korteks, olası her karar için birbirinden farklı ama kısa ömür­lü temsili senaryolar ortaya çıkardı. Bu küçük senaryo parçaları, olası du­rumun bir genel betimlemesinin yanı-sıra, içerebileceği duygusal tepkiye ilişkin da birer ipucu taşımaktaydı; ipuçları da, o duyguya ilişkin bedensel ve fiziksel değişikliklerin silik soluk benzerlerini. Damasio bu fiziksel ipuç­larına "bedensel işaretleyiciler" adını vermiş. İşaretleyicilerin önemi, frontal lobların sunduğu senaryolara birer duygusal etiket oluşturmaları. Yukarı­da sözünü ettiğimiz "duygusal fon"da böylece gerçekleşen bu küçük kıpırtı­ların, en basitiyle olumlu ya da olum­suz duygularla sonuçlanması, beynin zayıf not alan senaryoları milisaniye düzeylerindeki büyük hızlarla dışla­masını sağlıyor. Bu, yalnızca akılcı dü­şünceye dayalı bir işleyişin yanşama­yacağı bir hız. Tabii, beynin bu inanıl­maz benzetişim mekanizması çoğu za­man bilinç eşliğinde yürütülmüyor. Bi­linç, hız adına bazı anlarda dışlan­mak zorunda kalınan büyük bir lüks konumunda. Bir fut­bol maçı boyunca, bazen saniyenin kesirleri içinde ve sürekli karar vermek zorunda olan oyuncuların örneğinde olduğu gibi.
Şubat 2005 65 BİLİM..TEKNİK
Bu işleyişin lehindeki en çarpıcı ör­nekleri, beyinlerindeki duygusal mer­kezler, prefrontal korteksin bazı bölüm­leri, ya da aradaki bağlantıları hasar görmüş hastalar oluşturuyor. Bu hasta­ların soyut düşünme, akılcı düşünme, karmaşık problem çözme gibi becerileri son derece iyi durumda olsa da, 'gerçek hayatla' ilgili sorunlarıyla pek başa çıka­madıkları görülüyor. Sorunlarının mer­kezinde yatan durumsa, karar vermede­ki başarısızlıkları. Damasio'nun tıp lite­ratürüne geçmiş Elliot ismindeki bir hastası, ünlü örneklerden biri. Her tür­lü zekasal yetisi yerinde, problem çöz­me becerisi oldukça gelişmiş, ancak duygusal merkezleri hasarlı olan Elliot, Damasio'nun şu basit sorusuna yanıt verememiş: "Bir sonraki randevunu ne zamana istiyorsun? Salı mı, Çarşamba mı.?" Elliot, izleyen yarım saati aşkın süre boyunca her iki gün için de leyh ve aleyhteki etkenleri sıralıyor, olası başka randevuların olasılık hesaplarını yapı­yor, hava koşullarını tahmine çalışıyor, düşünüyor, taşınıyor, düşünüyor taşını­yor ama sonunda yanıtsız kalıp, gün se­çimini Damasio'nun kendisine bırak­mak zorunda kalıyor.
Hızlı Düşünme, Duygusal Körelme
Sistem, ne kadar hızlı çalışırsa çalış­sın, şimdiki zaman için kılavuzluk ya­pacak bir geçmiş zaman duygusal de­neyimler (bedensel işaretleyiciler) de­posuna gereksinim duyuyor. Beyinde­ki bir hasar ya da işleyiş bozukluğuna bağlı olarak duygusal bakımdan 'düz-leşmiş', yani geçmiş duygusal deneyim­lerine başvurma yetisinden yoksun ki­şiler, bu hızdan yararlanamıyorlar. Çünkü sürecin oturtulabileceği temel­den, sözgelimi utanç ya da stres gibi bir durumun neler hissettirebileceğine ilişkin bir bellekten yoksunlar.
Modern yaşamın giderek hızlanmak­ta olan temposu, tam da bu noktada bir durum değerlendirmesini gerektiriyor. Artık hızın büyük önem taşıdığı bir çağda, oluşmaları normalde zaman alan bu işaretleyiciler, zaman bakımın­dan lüks sınıfında. Kendimizden uzak, koşturup dururken olayların içimizde çökelip iz bırakmalarını sağlayacak za­man, artık bize verilmiyor. Dönem, pop-starların dönemi; duygularını üzer-
BİLİM veTEKNİK 66 Şubat 2005
lerine basa basa yaşama sahip roman kahramanlarının değil. Araştırmacıla­rın endişesi, beynin bu hızla başedeme-yecek olması değil; önümüze sunulan neredeyse bütün verileri işleme yetisi­ne sahip olduğumuz gibi, bu konudaki kapasitemizi de günden güne genişlet­mekteyiz. Ancak görünen o ki, beyni­mizde barındırdığımız duygusal sistem­lerin, iyice geride kalma tehlikesiyle karşıkarşıyayız. Bu yalnızca bir 'duygu­sal' öngörü değil, sinirsel iletim hızına da bağlı. Bir olay ya da kişinin görün­tüsünün algılanması an meselesiyken, bunun duygusal bir işaret bırakması­nın saniyeler düzeyinde olabilmesi, bi­lişsel sisteme ait sinir liflerinin miyelin denilen kılıfla kaplı, duygusal sisteme ait daha eski yollarınsa miyelinsiz ol­masından kaynaklanıyor. Miyelin, uya­rıların sinir hücrelerinin aksonları bo­yunca çok daha hızlı iletilmesini sağlı­yor. Sonuç, duygusal birer damga basa­madan yaşayıp tüketeceğimiz olayların, zaman içinde sayıca artacak olması. Özellikle de gelişimin ilk yıllarında. Pe­ki, duygusal duyarsızlığın, bilişsel hızın artmasıyla doğru orantılı olarak geliş­mesi, bizi gelecekte duygusal olarak nötr, dümdüz bir dünyanın beklediği anlamına mı geliyor? Damasio'nun has­taları gibi, tüm zeka testlerinde üst dü­zeyde başarılı, ama duyarsız, umursa­maz ve duygusuz insanlar yığınıyla do­lu bir dünyaya doğru mu yol alıyoruz?
Aşırı yük altındaki duygusal meka­nizmaların (umutsuz aşk, aşırı heyecan, aşırı umutsuzluk ya da üzüntü durum­larında olduğu gibi), beynin akılcı ve bi­lişsel sistemlerini adeta gaspedip, ege­menliklerini ilan ettikleri ve kimi zaman çok yıkıcı sonuçlara yol açtıkları, bir gerçek. İster yalnızca akılcı mekanizma­larla, ister duyguların etkisiyle verilsin, her kararın, 'doğru' karar olmadığı da, yaşamış yaşayan herkesin deneyimleriy­le bildiği birşey. Ancak akılcı düşüncey­le duyguların birbirine zıt iki olgu oldu­ğu, artık demode ve bilimsel olarak da geçersiz bir düşünce. Duyguların süreç­teki işlevleri kararı vermek değil, kişi özelindeki 'doğru' karara yoğunlaşılma-sına yardımcı olmak.
"Vereceğim sır çok basit: İnsan ancak yüreğiyle baktığı zaman doğ­ruyu görebilir. Gerçeğin mayası göz­le gözle görülmez" diyor Küçük Prens'in Tilki'si. Yazarının, bunca beyinsel mekanizma ve işlevden ha­bersiz olduğunu, bunları yalnızca yü­reğiyle görmüş olduğunu kim söyle­yebilir?
Zeynep Tozar
Kaynaklar:
Johnson, S. "Antonio Damasio's Theory of Thinking Faster and
Faster" Discover, Mayıs 2004
Ross, E. D. "Neurology of Emotion and Cognition"
http://w3.uokhsc.edu/neuro/facul1y/emot.htm
Simon, V. "Emotional Participation in Decision-Making" Psydıology
in Spain, Cilt 2, No. l, i. 100-107, 1998 Thagard, P., Barnes A. "Emotional Decisions"
http://cogsci.uwaterloo.ca/Articles/Pages/Emot.Decis.html
"The Neurobiology of Emotion"
http://www.neuroanatomy.wisc.edu/coursebook/neuro5(2).pdf